Birçok insan ölümü konuşmaktan rahatsızlık duyar ama ben uzunca bir süre ölme tehlikesiyle yaşadım. Son on dört yılının her anını o kötü sonla buluşma korkusuyla geçiren biri olarak bu konuya duyarsızlaştım. Artık hu tür şeylerden havadan sudan bahseder gibi bahsedebiliyorum.
Kanserle ilk mücadelem on altı yaşımın yaz aylarında başladı. Ağustos ayında bir gün annemle birlikte ehliyetimi almaya gittim. Hem yazılı sınavı hem de direksiyon sınavını başarıyla geçmiştim. Annem ehliyetimi aldıktan sonra göz doktoruna kadar arabayı benim sürmeme izin verdi. Sıradan bir kontrole, lise birinci sınıfa başlamadan önce gözlerime baktırmak için gidiyorduk doktora. O günle ilgili büyük planlarım vardı.
Doktordan çıkıp eve varır varmaz Becky’yle birlikte sahile gidecektik. İlk defa arabayı tek başıma sürecektim. Annem, babam ya da ablam yanımda olmadan araba kullanacağım anı dört gözle bekliyordum.
Anneme göz randevusunu o güne aldığı için kızdığımı hatırlıyorum. O zamanlar başım ara sıra ağrıyor, dönüyordu. Babam gözlük takmam gerekebileceğini söylemişti. Lincoln Lisesi’ne gözlüklerle gitme düşüncesi moralimi çok ama çok bozuyordu. Babamla annemin lens takmama izin vereceğini düşünüyordum. Ama göz bozukluğunun diğer sorunlarımın yanında lafı bile edilemeyecek bir şey olduğunu sonradan öğrendim.
Anne babamın arkadaşı olan doktor, önündeki parlak ışıkla gözümün kenarına uzunca bir süre baktı. Baş ağrılarımla ilgili epey soru sordu. Aradan on beş yıl geçti ama doktorun annemle konuşurkenki yüz ifadesini dün gibi hatırlıyorum. O görüntüyü ömrümün sonuna kadar unutacağımı zannetmiyorum. Adam çok ciddi, çok hüzünlü… ve fazlasıyla endişeliydi.
“Lydia için Washington Üniversitesi’nden randevu almanızı istiyorum. Hem de hemen.”
Annemle birlikte duyduklarımıza çok şaşırmıştık. Annem bakışlarını benden alıp Doktor Reid’e çevirirken, “Peki,” dedi. Sonra tekrar bana baktı. “‘Bir sorun mu var?”
Doktor Reid başını salladı. “Gördüklerim hoşuma gitmedi. Doktor Wilson da bir bakarsa çok iyi olur.”
Doktor Wilson gözlerime bakmaktan fazlasını yaptı Kafatasımı delip beynimden kötü huylu bir tümör aldı. Olanları şimdi çabucak anlatabiliyorum ama aslında o kadar çabuk ve kolay bir ameliyat geçirmedim. Haftalarca hastanede kaldım, gözlerimi kör eden, elden ayaktan düşmeme sebep olan baş ağrıları çektim. Ameliyattan sonra kemoterapiye başladım. Onun ardından da bir dizi radyasyon tedavisinden geçtim. En loş ışıkların bile canımı deli gibi acıttığı günler yaşadım. Acılar içindeydim ve çığlık atmamak için kendimi zor tutuyordum. Her nefesi dikkatlice aldığım, yaşama tutunmaya çalıştığım günler geçirdim. Çünkü ne kadar çaba sarf edersem edeyim hayatımın ellerimin ucundan kayıp gittiğini biliyordum. Çoğu sabah uyandığımda, bu acıların bir saatine bile artık daha fazla katlanamadığını için ölmeyi diledim. Babam olmasa kısa süre sonra öleceğimden bir an olsun şüphe duymuyordum.
Bu sırada saçlarım tamamen dökülmüştü. Bir süre sonra geri çıkmış ama sonra tedavilere yine yenik düşmüşlerdi. Lise birinci sınıfın tamamını kaçırmıştım. Okula dönmeyi başardığımda ise hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığını anladım. Herkes bana artık bir başka bakıyordu. Birinci sınıfta ya da ikinci sınıfta yılsonu balolarına katılamadım. Çünkü hiçbir erkek beni baloya davet etmiyordu. Bazı kız arkadaşlarım onlarla birlikte gidebileceğimi söylemişti ama gururumdan reddettim. Şimdi dönüp bakıyorum da hiç önemsenecek bir şey değilmiş. Keşke arkadaşlarımla birlikte gitseymişim.
Hikâyemin en üzücü kısmı; tam normal bir hayat yaşayabileceğime inandığım anda, tam da onca ıstırabın ve ilacın işe yaradığına inandığım günlerde beynimdeki tümörün yeniden büyümesiydi.
Doktor Wilson’un kansere yeniden yakalandığımı söylediği günü hiç unutmayacağım. Ama bu sefer unutmayacağım şey doktorun yüzündeki ifade değil, babamın gözlerindeki acıydı. Herkes bir yana, babam ilk tedavi gördüğüm zamanlarda katlandığım şeyleri çok iyi biliyordu. Annem hastalıklarla çok iyi başa çıkamıyordu. Moralimi ayakta tutan kişi, babamdı. Elinden hiçbir şeyin gelmeyeceğini, söylediği hiçbir şeyin kâr etmeyeceğini biliyordu. İkinci sefer çektiğim acıları dindirecek hiçbir şey yapamazdı. O zamanlar yirmi dört yaşındaydım ve üniversitede okuyordum. Mezun olmak için kredi toplamaya çalışıyordum. Ama okulumu bitirip diplomamı bir türlü alamadım.
Kanserle mücadelemin ikisinden sağ çıktım. Ama artık o eski tasasız kız değilim. Yaşadığım her günün değerini biliyorum. Çünkü hayatın ne kadar değerli olduğunu öğrendim. Beni gören birçok insan otuz yaşından küçük olduğumu düşünüyor ve benimle yaşıt diğer kadınlardan çok daha ciddi durduğumu söylüyor. Kanserle geçirdiğim günlerden sonra hiçbir şeyi, özellikle de hayatı hafife almaz oldum. Artık hiçbir günümü boşa geçirmiyorum. Çektiğim acıların karşılıklarının olduğunu öğrendim. Kansere yakalanmasam tamamen farklı biri olurdum. Babam sakince bilgeliğe ulaşmayı başardığımı söylüyordu. Sanırım başardım.
Debbie Macomber - Küçük Mucizeler Dükkanı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder